EK ŞEHRİN TANIMI

Aşağıda Kerkenes Dağında bulunan sitin bir imparatorluk şehri olduğu tezi savunulacaktır. Bu kabul ise, hemen Helenistik devir öncesi Demir Çağında orta Anadolu'nun yaklaşık merkezinde yeralan bir dağın tepesinde kimlerin hangi nedenlerden dolayı bu kadar büyük, ustalıkla tasarlanmış ve ağır savunma yapılarıyla güçlendirilimiş bir şehir kurabilecekleri sorusunu gündeme getirmektedir. Şehrin insansının tamamlanamadığı ve yerleşimin oldukça kısa süreli olduğu açıkça görülmektedir. Şehrin kurucusu bu yeri savunma açısından son derece elverişli oluşundan dolayı seçmiş ve şehrin mimarı da bu avantajlardan gerektiği gibi yararlanmasını bilmiştir. Bu konumun seçilmesinde pek çok neden etkili olmuştur: yer Karadenizi Akdenizle ve İran'ı batıyla bağlayan kuzey-güney ve doğu-batı yollarına yakındır, granitik jeolojik özellikleri dolayısıyla arazide su çevresine nispeten daha boldur, ve konumu itibariyla Kapadokya düzlüğünün kuzey ucunu kontrol etmektedir. Şehir bir gereksinim sonucu kurulmuştur ve kurucusunun olağanüstü görüş yeteneğini sergilemektedir. Bu şehrin, yeni bir imparatorluk merkezinin gerekli olacak, krallık, idari, dini, askeri ve sivil yerleşim işlevlerine ait tüm elemanları içeren önceden hazırlanmış bir plana uygun bir "ideal şehir" olarak kurulduğu açıktır. Fakat diğer bir taraftan da, bu şehirde, örneğin İmparatorluk dönemi Hitit sur kapıları veya ortagonal planlı Helenistik sitlerde görülen dik açılardan ödün vermeyen anlayış benzeri, standart bir plana uyum sergilenmemektedir. İç kale surları benzeri bir iç savunma sisteminin yokluğu, şehre yerleşmesi beklenen nüfustan çekinilmesi için sebep bulunmadığını ve bu durumda söz konusu halkın yerleşime zorlanan uyruklar değil saltanatın sadık destekçileri olduğunu göstermektedir. Şehirdeki kamu yapılarının ve Karabaş'ta bulunan surdışı tapınağının büyüklük ve şatafatından açıkça anlaşılıyor ki, şehir geçici amaçlarla değil sürekli oturulmak üzere kurulmuştur.

Erich Schmidt'in 1928 yılında yaptığı deneme kazılarının sonuçlarına göre şehir oldukça geniş bir dönem olan Alishar IV, yani M.Ö. 7. ve 4. yüzyıllar arasına tarihlendirilmiştir. Aşağıdaki üç nedenden dolayı bir Pers şehri olması mümkün görünmemektedir: ilk olarak bilinen hiçbir Akamanış (Achaemenid) şehriyle benzeşmemektedir; ikinci olarak, eğer bir Pers şehri idiyse, büyüklüğü, gücü ve stratejik konumu gözönüne alındığında bir satraplık merkezi olması gerekirdi ki, çok tartışılan Akamanış coğrafyası yeniden kurmalarına göre bulunduğu yer hiçbir satraplığa uymamaktadır; üçüncü olarak, buluntuların hiçbiri Pers dönemine işaret etmemektedir. Keramik buluntular gözönüne alınacak olursa 8. yüzyıla tarihlendirilmesi de mümkün değildir. 7. yüzyıla tarihlendirilmesi ise, bugüne kadar ele geçen buluntularla aksi kanıtlanamamış da, hiçbir tarihi çerçeveye uymamaktadır. Eksiltme metoduyla düşünüldüğünde, şehrin kuruluşu ve terkedilişinin 6. yüzyıl içinde gerçekleşmiş olabileceği akla gelmektedir.

Söz konusu zaman diliminde veya daha önce kurulup terkedilen ya da yokedilen böylesine büyük bir şehrin adının eski metinlerde de geçtiğini düşünmek akılcı olur. Bu sav Anadolu platosunda kesin tarihi ne olursa olsun bu şehrin büyüklüğüyle karşılaştırılabilecek başka bir örnek bulunmadığı gözönüne alınacak olursa daha da doğru hale gelmektedir. Bilinen kaynaklarda yalnızca bir tek aday göze çarpmaktadır ki, bu da eski Yunan tarihçisi, "tarihin babası" olarak da anılan Halikarnaslı Herodot'un sözettiği Pteria şehridir. Herodot'un tanıklığı (1.76) tam bir alıntıyı gerekli kılacak kadar önemlidir:

Ordu nehri (Kızılırmağı) geçtikten sonra Kapadokya'da Pteria adlı bir şehre geldi. (Pteria, Karadenizdeki Sinop şehrine dikine çekilen bir çizgi üzerine düşen bölgenin en güçlü şehridir). Ordusunu burada konaklatan Krezüs, Suriyelilerin ülkesindeki ekinleri yok etmeye başladı, şehri aldı, halkını esir etti. Civardaki şehirleri de ele geçirerek Suriyelileri evlerinden, yurtlarından etti. Bu sırada ordusunu toplayan Kiros, Krezüs ila karşılaşmak üzere harekete geçti ve yol boyunca asker toplamak suretiyle ordusunu genişletti. Hareket etmeden evvel İonya'ya haberciler göndererek bu ülkeyi Krezüs'ten koparmak istedi, fakat başarı kazanamadı. Her şeye rağmen Pteria'ya yürüdü ve Krezüs'ün ordusunun karşısında karargahını kurduğu zaman, iki ordu arasında bir kuvvet denemesi oldu. Her iki tarafın büyük kayıplar verdiği şiddetli bir savaştan sonra gece bastırdı ve bir sonuç almamadan savaşa son verildi. (Çeviri: Perihan Kuturman. Hürriyet Yayınları. 1993)

Heredot'tan yapılan bu alıntıdan bir sonuç çıkarmadan önce Pteria Savaşına yolaçan ve iyi bilinen tarihçeyi gözden geçirmek yerinde olur. En uygun başlangıç noktası herhalde Yeni-Asur başkenti Nimrud'un M.Ö. 612 yılında Medler ve Babillilerden oluşan ittifak kuvvetlerinin eline geçmesi olacaktır. M.Ö. 605'de Babil kralı Nabupolassar (Nabopolasser) Asur ordusundan geriye kalanları ve Mısırlı müttefiklerini Karkamış ve Hamam (modern Hama)da yener. Böylece Yeni-Asur İmparatorluğu Anadolu'nun büyük kısmını da içeren etki ve ilgi alanlarıyla birlikte Medler ve Babilliler arasında paylaşılır: imparatorluğun Mezopotamyadaki toprakları Babillilere, Harran'dan Anadolu platosuna kadar uzanan kuzey bölgeleri ise Medlerin yönetimine geçer. On yıl içerisinde Asur gücü kırılmış ve askeri bir yenilgi sonrasında imparatorluk dünya yüzünden yokedilmiş olur. Zağros Dağlarından, Yakın Doğuda önemli yeni bir güç olarak doğan Medler ile üçbin yıllık bir şehir geleneğinin mirasçısı olan Yeni-Babilliler arasındaki umulmadık aktif ittifak da ortak bir düşmanın yokluğunda yerini durgunluğa bırakır. Med gücü, Babillilerin bu oldukça hızlı ve yokedici belayı dışarıda tutmak için yüzeyleri sırlı tuğla ila kaplanmış yüksek duvarları da içeren geniş savunma sistemleri kurmalarını gerektirecek kadar korkutucu olmalıydı. Medlerin ilerlemesi ve ülkelerinin büyümesine ilşkin bundan sonraki dönemi anlatan kaynaklar oldukça karanlık ve tartışmaya açıktır, çünkü bunlar Medlere değil Yunan ve Babillilere aittirler ve çoğunlukla olaylardan daha sonra yazılmışlardır. M.Ö. 590/589 yıllarına gelindiğinde Medler artık Orta Anadolu'da Lidyalılarla savaşmaktadırlar. Bu durumda doğu Anadolu'nun yüksek kesimlerinde ve Kafkaslardaki Urartu hakimiyeti sona ermiş, belki de Med hakimiyeti altına girmiş olmalıdır, çünkü Kyaksares (Cyaxares) arkasını sağlama almadan Halys Irmağına doğru ilerliyemezdi. Med-Lidya savaşı herhalde en doğru biçimde, iki tarafın yurtlarından uzaklıklarının ve askeri harekat gereksinimlerinin dikte ettirdiği şartlatla sınırlanan bir yıllık seferler dizisi olarak anlaşılabilir ki, bu altıncı yılında, M.Ö. 28 Mayıs 585'de sona ermiş olmalıdır.

...iki ülke arasında savaş çıkar ve beş yıl sürer. Bu süre içinde hem Lydia'lılar, hem de Media'lılar zaman zaman zafer kazanırlar. Bir seferinde, beş yıl süren ve sonuç alınamayan savaştan sonra, hiç beklemedikleri, iki ordunun tümüyle kanlı bir savaşa girdiği bir anda, ortalık birden zifiri karanlık gece olur. Halbuki gün ışığından birden gece karanlığına geçiş olayı, Miletoslu Thales tarafından îonya'lılara daha önceden bildirilmiş, hatta yılın hangi gününde olacağı bile saptanmıştır. Hem Lydia'lılar hem de Med'ler güpegündüz bu karanlığı görünce hemen savaşa son verirler ve her zamankinden daha çok barış isteği duyarlar. Barış anlaşmasının imzalanmasında ve iki krallık arasında evlenme yoluyla bağ kurulmasında Kilikyalı Siennesis ile Babylon'yalı Labynetus yardımcı olurlar ve iki ülke arasında bir uzlaşma doğmasını sağlarlar. Aynı kişiler kuvvetli nedenler olmadıkça anlaşmaların bozulmadan yürürlükte kalamayacağını bildiklerinden Alyattes'in kızı Aryenis'i Kyaksar'in oğlu Astyag'a vermeye ikna ettiler. Herodot 1.74 (Çeviri: Perihan Kuturman. Hürriyet Yayınları. 1993)

Herodot'tan bu ve buna benzer başka alıntıları Yeni-Babil kaynaklarıyla karşılaştıran pek çok çalışma yapıldıysa da, savaşın tarihi ve anlaşmanın şartlarına dair anlatılanlar hiçbir zaman sorgulanmamıştır. Eğer Astyages batıdaki Med kuvvetlerini yönetirken babasının Med başkenti Ecbatana'da tahtında oturduğu kabul edilecek olursa ki, bu eski dünyada sık rastlanan bir durumdur, barış anlaşmasının tarihini Kyaksares'in ölümü ve Astyages'in tahta çıkışı ile mutabık kılmak sorunu belirleyici olmaktan çıkar. Halys ırmağının Lidya ve Med imparatorlukları arasındaki sınırı oluşturduğu oldukça kesindir. Savaşın tabiatı ve şiddeti ne olursa olsun gözardı edilemeyecek iki önemli nokta vardır: birincisi, Med gücü Lidyalıların orta Anadolu'daki hakimiyetlerini tehdit edecek kadar büyüktür ve hatta Kilikya ve uzaktaki Babil bile savaşan taraflar arasında barışı sağlamayı kendi çıkarları açısından gerekli görmüşlerdir, ve ikincisi, Medler arkalarından önemli bir saldırı gelebileceği kuşkusunu taşımadan Halys ırmağı kıyılarına kadar rahatça ilerleyebilmişlerdir.

Astyages ve Alyattes arasında daha sonra anlaşmazlıklar olup olmadığı sorusunu bir kenara bırakacak olursak, daha sonraki olaylar Astyages'in tahttan indirilmesi ve Büyük Keyhüsrev tarafından Akamanış imparatorluğunun kurulması ile başlamaktadır. Bu arada Alyattes ölmüş ve Lidya tahtına oğlu ve Astyages'in kayın biraderi Krezüs geçmiştir. İran sarayındaki karışıklıkları Krezüs faydalanılması gerekli bir hanedan zayıflığı olarak görür. Gerçek olmasa bile, duruma uygun olan eniştesinin öldürülmesi bahanesini kullanarak ve çeşitli kehanet tapınaklarına yolladığı elçilerin getirdikleri cevapları olumlu biçimde yorumlayarak, Herodot'un yukarıdaki alıntıda anlattığı üzere kuvvetleriyle Halys ırmağını geçer ve Pteria'yı yağmalar. Bu Yunan dünyasındaki en meşhur hikayelerden biridir. Krezüs ile Keyhüsrev arasındaki sonuçsuz kalan savaştan sonra Krezüs Keyhüsrev'in de kış için geri çekileceği ve savaşın ancak ertesi baharda devam edeceği düşüncesiyle Sard'a çekilir ve Ispartalı ve Mısırlı müttefiklerini yardıma çağırır. Fakat Keyhüsrev'in güçleri daha üstündür ve bir harekat adamı olduğu ve geçici bir zaferin sarhoşluğuna kapılmadığı için Krezüs'ün peşine düşer. Delphi'deki kahin haklı çıkmıştır. Krezüs'ün harekatı sonucu bir imparatorluk yıkılır: bu onun inandığı gibi Perslerinki değil kendisininkidir.

Buradaki kabul Kerkenes Dağındaki şehrin Pteria olduğu ve bu tanımlamanın eski kaynaklara ve görülen arkeolojik kalıntılara oldukça uygun bulunduğudur. Yukarıdan da anlaşıldığı gibi, sitin konumu Herodot'un tarifine uymaktadır. Halys ırmağının doğusunda ve Kapadokya düzlüğü üstündedir. Aşağı yukarı Sinop'un güneyinde bulunmaktadır ki, bu da tam olarak Herodot'un okuyucuya anlatmak istediğidir. Sinop'un Karadenizdeki konumu Herodot tarafından bilinmektedir ve iç kesimlerin coğrafyasının aksine, okuyucularına yabancı değildir. Yukarıda da anlatıldığı gibi şehir bir imparatorluk merkezi olarak kurulmuştur. Güneş Tutulması Savaşı ve onu izleyen barış anlaşmasının ardından yeni Lidyalı gelinine evsahipliği yapabileceği büyük bir sarayı da içeren, bu konumda ve böylesine güçlü bir üsse ihtiyaç duyan, Astyages'den başkası olamaz. Yerleşimin kısa süreli oluşu da tarihi gerçeklere uygundur: M.Ö. 585'den hemen sonra kurulmuş ve kırk yıl kadar sonra (kesin tarihe ilişkin olarak aşağıya bakınız) Krezüs tarafından yokedilmiştir. Konum Astyages'in Halys ırmağının doğusunda ihtiyaç duyduğu güçlü üs için uygundur ve daha geç tarihli yerleşim izine rastlanamaması Keyhüsrev'in Lidya üzerindeki hakimiyeti sebebiyle artık Halys ırmağının doğusunda güçlü bir üsse ihtiyaç duymaması nedeniyle kolayca anlaşılabilir.

Aslında bu savı ve önerilen tanımlamayı doğruluyacak yazıtlardan oluşan müsbet kanıtlar bulunmadığını itiraf etmek lazımdır. Fakat kendileri kanıt olmasalar da savı güçlendiren başka yan savlar da bulunmaktadır. İlk olarak, Anadolu'da bu sitin bir başka benzeri veya öncüsü yoktur. İkinci olarak, yapı grupları oldukça geniştir ve yerel halk için düşünülüp kurulabilecek bir sığınak ve barınağın çekeceği büyük ve kalabalık bir nüfusa uygun değildir; daha çok, az sayıda elit bir nüfus için tasarlanmış gibi görünmektedir. Başka bir deyişle, yabancı, kolonici bir imparatorluğun temsilcileri için kurulmuştur. Bu yorumun doğruluğunu destekleyecek bazı ipuçları yukarıda Herodot'tan yapılan alıntıda da mevcuttur. Krezüs'ün Pteria halkına çevrede yaşayan "Suriyeliler"den daha farklı davranmış olması ilgi çekicidir ki, bunlar zaten Pterialıların aksine Krezüs'e hiçbir kötülük yapmamışlardır. Bu durumda Herodot'un kullandığı sözcüklerle Pterialıların çevrede oturan yerel halktan farklı olduklarını belirtmek istediği savunulabilir ki, bu ima, şehirde oturanlar yabancı ve işgalci bir halk olan Medler ve onların müttefikleri olduğu takdirde kolayca anlaşılabilir. Savunma sistemi, "saray" ve Karabaş'ta bulunan surdışı tapınağının tasarım ve inşa tekniklerinin veya çevrili alanlar ve diğer mimari özelliklerin Anadolu'da başka bilinen benzerleri yoktur. Eğer şehir planının elemanlarının ve mimarisinin yerleşmiş ve uzun geçmişi olan bir geleneğin zirvesi olduğu düşünülürse ki, bu kabul yerleşim ve yapımdaki ustalığa da uygundur, yedi sıra sur duvarıyla Ecbatana'nın örnek ve ilham kaynağı olduğu kabul edilebilir. Sitin "saray" terası ve su kaynaklarının ustalıkla yönlendirilip kullanılması gibi başka bazı özellikleri de bir doğu geleneğini çağrıştırmaktadır. Fakat elbette bunların tümü tahminden öteye gidememektedir ve Anadolu'daki diğer 6. yüzyıl sitleri hakkındaki bilgimiz o kadar sınırlıdır ki, olumsuz kanıtlara fazla önem vermek yanlış olabilir; yine de yukarıdaki savlar kanıt oluşturmasa bile yalnızca bu yüzden gözardı edilmeleri veya kullanılmamaları da aynı derecede hatalı olur.

Eski şehrin bir başka niteliği de özel olarak tanımlandığında doğuyla olan bağlantısına işaret edebilir. Yaklaşık 1400 m. yükseklikte kışlar hem uzun hem de çok soğuk geçmeketedir ve buna ek olarak yakındaki il merkezi Yozgat gibi benzer yükseklikteki modern Anadolu şehrileriyle karşılaştırıldığında konum doğal etmenlere oldukça açıktır. Şehir nüfusunun tamamının kışları burada geçirmeyi isteyebileceğini düşünmek zordur, ve bu durum aynı zamanda buraya daha sonra neden yeniden yerleşilmediğini de açıklamaktadır. Mevsimlik bir şehir fikri Akamanışlarm yazlık ve kışlık şehirler arasında göç etme geleneğini akla getirmektedir. Eğer yukarıda savunulduğu gibi nüfus gerçekten yabancı idiyse kışlık yerleşimin nerede olduğu düşünülmelidir. Bu konuda hiçbir kanıt bulunmamakla beraber karlı zirvesi Kerkenes'den yazın sıcak sisleri arasında Kapadokya düzlüğünün diğer ucunda sık sık görülebilen Erciyes Dağı, Kayseri'nin nispeten yakın olduğunu hatırlatmaktadır. Daha kuzeyde ve hatta Toros Dağlarının güneyinde ise daha başka ihtimaller de vardır. Yerleşimin mevsimlik olduğu doğrulanabilse bile bu tekbaşına doğululuğu kanıtlamayacağı gibi savı da bir kısır döngü haline getirecek, fakat bunula beraber gözönüne alınması gerekli konulardan biri olmaktan da çıkmayacaktır.

Yukarıda savunulan tezler kanıt olmasalar da güçlü bir sav oluşturmaktadırlar. Kerkenes Dağındaki şehrin Pteria olduğu doğrulanamadığı takdirde, kimler tarafından kurulduğu sorusu tekrar gündeme gelecektir. Dahası, tarinlendirmenin de yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir çünkü Lidyalılarla savaştıkları bir dönemde Medlerin bu türden bir güç merkezi oluşturulmasına izin verdikleri düşünülemez. Eğer şehir bu dönemde bağımsızlığını kazanmaya uğraşan yerel bir güç tarafından kurulmuş idiyse, ve Medler tarafından inşa değil yokedildiyse, tasarımdaki iddia ve Medlerin burayı işgal ederek yerleşmek yerine boşaltmaları şaşırtıcı ve açıklama gerektiricidir.

Böylesine önemli bir merkezin, özellikle de David French tarafından iddia edildiği gibi Pers Kral Yolu çok daha güneydeyken neden bu kadar kuzeyde bulunduğu düşündürücüdür. Medlerin açısından bakılacak olursa, Babil tehdidinden olabildiğince uzaklaşmak istemektedirler, ve Pteria'ya doğru ilerleyen Büyük Keyhüsrev'in ordularının yaptığı gibi Med kuvvetleri de, Kuzey Mezopotamya'da Babil kuvvetleriyle karşı karşıya gelmek yerine, bugünkü yol gibi Zağros Dağlarını daha kuzeydeki geçitleri kullanarak aşmış olmalıdırlar. Diğer yandan, Pers Kraliyet Yolu Sardis'in işgalinden ve büyük ihtimalle Babil'in Akamanış İmparatorluğuna katılmasından sonra oluşturulmuştur. Ayrıca Doğu Karadeniz Dağlarının etekleri platonun sıcak ve kurak düzlüklerinden daha çekici ve su ve diğer kaynaklar bakımından da daha elverişli görülmüş olabilir. Akamanış hakimiyeti altında güney Pontus o derece İranlılaşmıştır ki, doğu kültleri Hristiyanlığın kabulüne kadar güçlerini korumuşlardır. M.S. 7. yüzyılda Sasani Persleri aynı bölgeye ilgi göstermişler ve Ankara'ya kadar batıya ilerlerken benzer yollan kullanmışlardır. Yukarıda söz konusu Pers ataklarının etkisinin Kerkenes Dağ çevresinde de hissedilmiş olduğu savının yetersiz kanıtlara dayanılarak savunulduğu belirtilmelidir. Fakat kuzeydeki yolunun çekiciliğinin 1300 yıl önce de Sasani dönemindekinden pekte farklı olmaması mümkündür.

up İçindekiler